stars14
  HİKAYELER
 

Dolmuş hikayesi

Dolmuş


Bir acelesi olduğunu, onu görür görmez anlamıştım. Sağanak hâlinde yağan yağmura aldırış bile etmiyor ve bükülmüş beline rağmen sağa sola koşuşuyordu.

Yanına sokularak:

- Hayrola teyzeciğim, dedim. Bir derdiniz mi var?

Sıcak bir tebessümle:

- Buraların yabancısıyım evlâdım, dedi. Hastahane tarafına gidecek bir araba arıyorum.

- Biraz beklerseniz aynı dolmuşa binebiliriz, dedim. Oraya geldiğimizde size haber veririm.

Teşekkür ederek yanıma yaklaştı ve küçük bir çocuk gibi şemsiyemin altına girdi. Nurlu yüzü yağmur damlacıklarıyla ıslanmış ve yanacıkları pembe pembe olmuştu.

- Torunlarımdan biri menenjit geçirdi, diye devam etti. Ziyaret saati bitmeden dolaşmak istemiştim.

Saatime baktıktan sonra:

- 20 dakikanız var, dedim. Hastahane yakın ama, bu havada pek araba bulunmuyor.

Durağa herkesten önce geldiğimiz için dolmuşa da rahatça bineceğimizi zannediyordum. Ancak araba yanaştığında, arkamızda duran 4-5 kişinin bir anda hücum ettiğini gördüm.

İçeriye doluşan ve arkadaş oldukları anlaşılan adamlara:

- İlk önce biz gelmiştik, dedim. Sırayı bozmaya hakkınız var mı?

Ön koltukta oturanı:

- Hak istiyorsan Hakkâri'ye gideceksin arkadaşım, dedi. Hem oradaki haklardan K.D.V. de alınmıyormuş.

Bu lâf üzerine attıkları kahkahalarla bindikleri araba sarsılmış ve sinirlerim allak bullak olmuştu.

Sakinleşmeye çalışarak:

- Ben biraz daha bekleyebilirim, dedim. Ama şu ihtiyar teyzenin hastahaneye yetişmesi gerekiyor.

Bu defa şoför lâfa karışıp:

- Teyzenin arabaya falan ihtiyacı yok be kardeşim, dedi. Okuyup üfledi mi hastahaneye uçuverir.

Tekrar kopan kahkahalarla birlikte araba uzaklaşıp gitti. Yaşlı kadına baktım, tevekkülle susuyordu.

5-10 dakika sonra gelen bir başka dolmuşa onunla beraber bindim ve şoföre, teyzeyi hastahanede indirmesini söyledim. Yaşlı kadın, yapacağı ziyaretten ümitsiz görünmesine rağmen şikâyet etmiyordu. Üstelik trafik de yarı yolda tıkanıp kalmıştı.

Şoför:

- Yolun bu durumu hayra alâmet değil, dedi. Sebebini anlasam iyi olacak.

Arabayı çalışır vaziyette bırakıp ileriye doğru yürüdü ve biraz sonra döndüğünde:

- Kısmete bak yahu, dedi. Bizden önce kalkan dolmuşa kamyon çarpmış.

Heyecanla:

- Bir şey olmuş mu, diye atıldım. Yâni yaralı falan var mı?

- Herhalde, diye cevap verdi. Dolmuşta bulunanları, teyzenin gideceği hastahaneye kaldırmışlar.

Göz ucuyla yaşlı kadına baktım. Solgun dudaklarıyla birşeyler mırıldanıyor ve sanki onlar için dua ediyordu.

Şoför, koltuğuna yavaşça otururken:

- Kısmet işte, diye tekrarlayıp duruyordu. Sen kalk koca bir kamyonla çarpış. Hem de Türkiye'nin öbür ucundan gelen Hakkâri plâkalı bir kamyonla... 

Baloncu

Baloncu (Hikaye)


Küçük çocuk, büyülenmiş gibi baloncuyu takip ederken şaşkınlığını gizleyemiyordu. Onu hayrete düşüren şey, "Bizim eve bile sığmaz" dediği o güzelim balonların, adamı nasıl havaya kaldırmadığıydı. Baloncu dinlenmek için durakladığında o da duruyor ve sonra yine takibe koyuluyordu. Bir ara adamın kendisine baktığını fark ederek ona doğru yaklaştı ve titrek bir sesle:

- Baloncu amca!, dedi. Biliyor musun, benim hiç balonum olmadı.

Adam, çocuğu şöyle bir süzdükten sonra.

- Paran var mı? diye sordu. Sen onu söyle.

- Bayramda vardı!, diye atıldı çocuk. Önümüzdeki bayramda yine olacak.

- Öyleyse o zaman gel!, dedi adam. Acelem yok, beklerim.

Küçük çocuk sessizce geri döndü. O âna kadar balonlardan ayıramadığı gözleri dolu dolu olmuş, yürümeye bile mecali kalmamıştı. Birkaç adım attıktan sonra onlara tekrar baktığında, gördüklerine inanamadı. Balonlar, her nasılsa adamın elinden kurtulmuş ve yol kenarındaki büyük bir akasya ağacının dallarına takılmıştı.

Çocuk, olup bitenleri hayretle seyrederken, baloncu ona dönüp.

- Küçüük!. diye seslendi. Balonları ağaçtan kurtarırsan birini sana veririm.

Yapılan teklif, yavrucağın aklını başından almıştı. Kalbi sanki yerinden çıkacaktı. Ağacın altına doğru yöneldi ve ayakkabılarını aceleyle fırlatıp tırmanmaya başladı. Hedefine yaklaşırken duyduğu sevinç, bacaklarını kanatan akasya dikenlerinin acısını hissettirmiyordu. Balonlara güç bela ulaştığında, bir müddet onları seyretti ve dallara dolanan ipi çözerek baloncuya sarkıttı. Ancak balonlardan biri gruptan kopmuş ve dalların arasına sıkışmıştı. Hemen yanında da dikenler vardı. Çocuk onu kurtarmaya çalışsa, bu dikenler onu patlatacaktı. Balona hiç dokunmayıp aşağı indi ve baloncuya dönerek:

- Birini bana verecektiniz!, dedi. Hangi balon o?

Adam, elinin tersiyle burnunu silip:

- Seninki ağaçta kaldı ufaklık!, dedi. Çıkıp alabilirsin.

Çocuk, bu sefer ayakta bile duramadı. Ve kaldırım kenarına oturup baloncunun uzaklaşmasını bekledikten sonra, dallar arasında parıldayan balonuna bakarak:

- Olsun!, diye mırıldandı. Ağaç üstünde de olsa, bir balonum var ya artık!...

Bilgeye sorular

Bir bilgeye sormuşlar:
"Efendim, dünyada en çok kimi seversiniz?
"Terzimi severim," diye cevap vermiş.
Soruyu soranlar şaşırmışlar:
"Aman üstad, dünyada sevecek o kadar çok kimse varken terzi de kim oluyor?
O da nereden çıktı? Neden terzi?"
Bilge, bu soruya da şöyle cevap vermiş:
"Dostlarım, evet ben terzimi severim. Çünkü ona her gittiğimde, benim ölçümü yeniden alır. Ama ötekiler öyle değildir.
Bir kez benim hakkımda karar verirler, ölünceye kadar da, beni hep aynı gözle görürler.

Bir bilgeye sormuşlar:
- Bir insanın zekasını nereden anlarsınız?
- Konuşmasından.
- Ya hiç konuşmazsa?
- O kadar akıllı insan yoktur ki!...

Bir bilgeye nasıl bu kadar doğru kararlar alabildiğini sormuşlar,
"Deneyim" demiş. O deneyimi nasıl kazandın, diye sormuşlar "Hatalarımla" demiş

Bir bilgeye " Nasıl insan oluruz?" diye sormuşlar
"Üç adım atlama" gibi bir cevap vermiş bilge kişi:
Önce sana kötülük yapanlara kötülük düşünmemen gelir, İnsanlığa attığın ilk adım budur...
Sana kötülük yapanlara iyilik yapabildiğin an ise ikinci büyük adımı atar ve hakiki insan olmaya başlarsın.
Nihayet, sana iyilik yapanla kötülük yapan arasında bir fark hissetmeyecek hale geldiğin zaman insan olursun

Bilgeye sormuşlar dünya da en güzel şey ne diye?
´Sevmek´ demiş...
Peki sonra? demişler...
´Sevilmek´ demiş...
Peki neden sevmek sevilmekten önce geliyor? demişler...
O da demiş ki ´insan sevdiğine sevildiğinden daha çok emindir...

Tokat

Tokat (hikaye)


Emektar öğretmen, dersini bitirip sınıftan çıkarken; öğrencilerinden birinin diğerine çelme taktığını görüp onların yanına koştu. Düşen çocuk, sınıfın en çalışkanlarından biriydi ve ayağı burkulduğu için sessizce ağlıyordu. Öğretmen, çocuğu yerden kaldırdıktan sonra üstünü temizleyip evine gönderdi ve öbür çocuğu kolundan çekerek öğrencilerin terkettiği sınıfa soktu. Kendisi, aynı köyün ilkokulunda yirmi yıldan bu yana hizmet vermiş, o köyden evlenmiş ve tayini büyük şehirlere çıkmasına rağmen; bir yuva olarak bildiği okulunu terketmemişti. Bu yüzden öz evlâtları gibi gördüğü öğrencilerin haylazlıklarını hazmedemiyordu. Çelme çakan çocuğu şiddetle azarladıktan sonra, onun korkudan tir tir titremesine aldırış bile etmeden suratına bir tokat patlattı. Küçük çocuğun cılız vücudu, tokatın şiddetinden bir yaprak gibi savrulmuş ve yeni çıkmakta olan dişlerinden akan kan, öğretmenin ceketine sıçramıştı.

Öğretmen, yedi yaşındaki bir çocuğa yaptığı bu hareketten hemen sonra pişmanlık duymasına rağmen, bunun kendisine iyi bir ders olacağını düşünüyordu. Öğrencisini bırakıp gitmeye hazırlanırken, çocuğun elini cebine attığını farkederek telâşa düştü. En yakın arkadaşını düşüren bir yaramaz, öğretmenine de bıçak veya çakıyla saldırabilirdi. Beklenmedik bir harekete karşı korunmaya hazırlanırken, küçük çocuk teyzesinin bayramda hediye ettiği mendili çıkarttı ve düştüğü yerden kalkmaya çalışırken :

- Ceketiniz kanlandı öğretmenim, dedi. Sileyim isterseniz...

İğnenin ucundaki dev

İĞNENİN UCUNDAKİ DEV!

"Hiç iğnenin deliğinden hayata bakmayı denediniz mi? Ben mi? Denemiştim. Ne mi gördüm? Koskocaman bir hiç." Elindeki makaleyi okurken aklına takıldı , acaba o denemiş miydi? Ruhu ve bedeni amansız bir tartışmaya girmişti adeta , bu tartışmanın sonucunda ne galip ne de mağlup taraf vardı , sadece tek bir sonuç var elinde. Evet , o bunu hep yapıyordu. Esasında ne kadar da zordur değil mi iğnenin küçücük deliğinden tüm kainatı görmeyi ve onun güzelliklerini tek bir odak noktasıyla farkedebilmeyi beklemek. Bu öyle bir imkansızlıkdır ki tıpkı dünü geri getirebilmek , yarının ne olacağını tahmin edebilmek gibi.

Tüm bu düşünceler zihninden hızla akıyordu. Gözlerini açıp kapatmasıyla kendisini birden ağlayarak yerine oturduğu , ailesinden ayrıldığı için suçlu bulduğu otobüs koltuklarından birinde buldu. O otobüsün koltukları nelere şahit olmuşlardı kim bilir? Kimileri uzun süredir görmediklerine kavuşmak için kimileri sevdiklerinden ayrılmak için ve belki de terk ettiği şehri bir daha görmemek üzere. O koltukların bir dili olsaydı , neler anlatırdı kimbilir? Şimdi o da hiç bilmediği bir şehre gitmenin korkusuyla , ardında sevdiklerini bırakmanın hüznünü yaşıyordu. Yol kenarındaki o beyaz çizgiler hızla geçtikçe, sanki onun da hayatı bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçip gidiyordu. Liseye ilk başladığı günü , annesinin binbir zahmetle yaptığı yemekleri yememek için yaptığı kaprisi, manevi kardeşleriyle yaptığı haylazlıkları , okuldan ilk firarını ve çektiği ilk kopyayı... Nasıl unutabilirdi ki? Sanki o şehre doğru giden her bir kilometrede onun bu anılarını çalıyordu. Ya ayağım acıdı kim bıraktı bunu ortalığa diye kızıp sinirlendiği televizyon kumandası bile gözünde tütüyordu. Hayat hala onunla savaşmak istiyordu. Ne zaman usanacaktı hayat? O daha kimilerine göre yolun başında bıkıp usanmıştı ama o... Hayat , işte o idi onu iğne deliğinden bakmaya zorlayan. Hani vardır ya her şey üstüstüne gelir. Radyoda çalan anne şarkısı. İçinde birşeyler eriyordu , sanki o şarkının sözleri hiç bitmeyecek gibiydi ve adeta suratına tokatlar indiriyordu. "Ne vardı ki dün o televizyonu o kadar çok izledim , annemle zaman geçirseydim ya! Ne güzel annem dün bu saatler..." İşte bu cümlenin arkası bir türlü gelmez.Kelimeler usulca yerini önce boğazda bir acıya ardından göz yaşlarını bırakır. Yok ağlamayacaktı , ne demişti kahramanı ona? "Sakın ağlama...! "

Önce sağa sonra sola ufak bir sallanma ile kendisine geldi. Otobüsün tekeri kocaman bir çukura isabet etti , belkide şoförde ardında bıraktığı evlatlarını düşünüyordu ki dalıp gitmişti.Cılız bir ses onu kendisine getirdi. Başını ses doğru çevirdi. Keşke bakmasaydım diye içinden geçirdi. Rüyasında devler , cadı kazanları gören bir çocuk başını babasının dizlerine koymuş, bir taraftanda babasının baş parmağını sıkıca tutmuş uyuyordu. Babası da çocuğunun rüyasında birşeylerin mücadelesini verdiğini anlamış olmalıydı ki , diğer eliyle çocuğun cılızca çıkan "baba" sözünden sonra başını okşamaya başladı. Çocuk gözlerini hafifçe araladı , gülümsedi ve... Aldığı güvenle devin karşısına çıkmaya hazır cesur asker , meydan okumaya geri döndü. Gözlerin birbirine kenetlendiği o saniyeden sonra , uzun şapkalı cadı ya da yeşil yaratık gelse kaç yazar? İşittiği azarı kendisine yediremeyen cezalı bir afacan edasıyla gözlerini havaya kaldırdı.Peki onun kahramanı neredeydi? Y a o siyah şapkalı cadı ya da yeşil dev gelse onu kaçırsa , kör kuyuya atsa... Kahramanı çok uzaklarda nasıl yetişecekti , o odun ateşinde pişmeden önce?

- Su alır mısınız?

- Evet, teşekkür ederim

- Sanırım kötü bir rüya görüyordunuz efendim?

- Sanırım...

Muavindi onu bu korkulu rüyasından uyandıran. En son onu kabustan uyandıran kahramanı olmuştu ve o su vermişti hemde geçen hafta tam bugün bu saatte.Ahhh... bu yolculuklar yok mu? Nasıl bir şeytandır insanın acılarını bir tokat gibi suratına vurur.

Boğazında bir yanma hissetti, etrafta kimse var mı diye bakındı. Kendi kendine söylenerek ranzasından indi. Tam düşmekten korkarken , ayağını masaya çarptı. Saate baktı saat 5 civarıydı. Dışarısı pembe bulutların ardındaki gizli bahçe gibi bembeyazdı.

- Vay be, zaman ne çabuk geçmiş? Geçen hafta bu saatlerde rüyamda cadılara meydan okurken , mavi pelerinli yan karakter su vermişti de uyanmıştım. Şimdi ise su verecek ne kahramanım ne de yan karakter var..Derin derin nefes aldı seri bir hareketle koskoca şehirde yalnız başına kalabildiği ; evi , yurdu, hayalevi, dünyası kısacası yatağına yattı. Yeni bir günün neler getireceği , hayatından neleri götüreceği düşünceleriyle yatağına biraz daha yüklendi. Acaba değer miydi ki ,bir saat sonrasında yaşama garantisi olmamasına rağmen.Yine zorluyordu, o iğnenin küçücük deliğinden hayata bakmaya ve her şeyi görmeye.

Kendisini birden bir insan çığının içinde buldu , sürekli gülümsüyordu. Üzerinde mavi , kırmızı ve beyazın oluşturduğu bir pelerin ve mavi bir kep vardı. Herkes ona bu muhteşem üçlünün çok yakıştığını söylüyordu. Başını çevirdi , ne kadarda korkardı başını çevirmeye. Birisi sırtını dönmüş , sağ elinin yüzüne götürüyordu. Merak etti , yanına gitti. - "Hayatımda sahip olabileceğim en güzel hediye sendin , bugün sen de bana bir hediye ettin prensesim"

- Babacığımm !

- "Seninle gurur duyuyorum"

Ölüme çare bulunsa bu kadar mutlu olunabilinirdi ancak ve ancak...

Gülümsüyordu uyandığında, bu bir ilk ,yeni güne gülümseyerek başlaması. Ya dipsiz mağarada devlerin onu odun ateşinde pişirmelerine izin verecek ya da iğneyi o devlerin ellerine batırıp onlardan kurtulacaktı...

Eğer...

EĞER...

Eğer çevrendekiler itidalini kaybedipte seni suçladığı zaman sen soğuk kanlılığını muhafaza edebilirsen,

Eğer herkes senden şüphelendiği halde, sen onların bu şüphesini hoşgörü ile karşılayabilir ve kendine olan güvenini kaybetmezsen,

Eğer bekleyebilir ve beklemekten usanmazsan, yahut senden nefret edilirse sen de nefretle karşılık vermezsen, ve yine ne çok iyi görünmeye çalışır, ne de çok bilgiçlik taslamazsan,

Eğer hayal kurabilir, fakat hayallerinin esiri olmazsan,

Eğer düşünebilir, fakat düşüncelerinin kölesi olmazsan,

Eğer zafer ve felaketle yüz yüze gelirsen ve bu iki sahtekarı da aynı olgunlukla karşılayabilirsen,

Eğer doğru olan sözlerinin hilekarlar tarafından ahmakları aldatacak bir tuzak haline getirilmesine tahammül edebilirsen, yahut hayatını vakfettiğin şeylerin bir anda yıkılışını seyredebilir ve durup, yıpranmış aletlerle onu tekrar kurabilirsen,

Eğer bütün kazançlarını bir hamlede şansın kucağına atıp kurban edebilir ve sonra yeni baştan başlayabilir ve kaybından ötürü hiç sesini çıkarmazsan,

Eğer iş işten geçtikten sonra kalbini, sinirlerini, ve enerjini tekrar seferber edebilir ve gayene ulaşmaya çalışabilirsen ve sana �dayan� diyen iradenden başka hiçbir şeyin kalmadığı zaman dişini sıkmasını bilirsen,

Eğer cahillerle konuştuğun halde faziletlerini muhafaza edebilir, yahut krallarla dolaştığın halde gururlanıp benliğini kaybetmezsen,

Eğer ne dostlarının ne de düşmanlarının sözleri seni incitmezse,

Eğer herkese kıymet verir, fakat kimseye fazla güvenmemeyi bilirsen,

Eğer bir dakikanın altmış saniyesini faydalı olarak doldurabilirsen,

İşte o vakit, dünya da, içindeki her şey de senindir,

Ve hatta daha fazla... İşte sen o zaman bir �ADAMSIN� oğlum.

Mutluluğun Sırrı

Mutluluğun Sırrı...

Ailesi ve kendisini seven hiç kimsesi olmayan bir yetim kızla ilgili çok güzel bir masal vardır. Kendini çok ama çok üzgün ve yalnız hissettiği bir gün, çayırda yürürken, bir çalıya küçük bir kelebeğin takıldığını görür. Kendini kurtarmak için çabaladıkça, dikenler onun narin bedenini daha çok hırpalar. Küçük yetim kız dikkatle kelebeği kurtarır. Uçup gitmek yerine, kelebek güzel bir periye dönüşür. Kız gözlerine inanamaz.

Peri, kıza, "Senin eşsiz iyi kalpli davranışın için, sana bir dilek dileme hakkı veriyorum."der.

Kız bir an düşünür, sonra "Mutlu olmak istiyorum." der.

Peri "Peki" der, ona doğru eğilir ve kulağına fısıldar. Sonra da ortadan kaybolur.

Kız büyüdüğü sürece, ondan daha mutlu kimse yoktur. Herkes ona mutluluğunun sırrını sorar. O ise gülümser ve "Sırrım, küçük bir kızken iyi kalpli bir periyi dinlemiş olmamdır."der.

Yaşlanıp, ölüm döşeğine düştüğünde, komşuları etrafına toplanırlar. Sırrının da onunla birlikte yitip gitmesinden korkmaktadırlar. "Lütfen bize söyle" diye yalvarırlar. "İyi peri sana ne dedi?"

Sevimli yaşlı kadın gülümser ve "Bana şöyle söyledi" der: "Ne kadar güvende, ne kadar yaşlı ya da genç, zengin ya da fakir olursa olsun herkesin sana ihtiyacı var, çevrendekilerin seni sevenlerin sana ihtiyacı var, bunu sakın unutma"...!

Tuzlu kahve

Tuzlu kahve

Kıza bir partide rastlamıştı... Harika birşeydi. O gün peşinde o kadar delikanlı vardı ki. Partinin sonunda kızı kahve içmeye davet etti. Kız parti boyu dikkatini çekmeyen oğlanın davetine şaşırdı, ama tam bir kibarlık gösterisi yaparak kabul etti. Hemen köşedeki şirin kafeye oturdular. Delikanlı öyle heyecanlıydı ki, kalbinin çarpmasından konuşamıyordu. Onun bu hali kızın da huzurunu kaçırdı.. "Ben artık gideyim" demeye hazırlanırken, delikanlı birden garsonu çağırdı.. "Bana biraz tuz getirir misiniz" dedi.. "Kahveme koymak için.."

Yan masalardan bile şaşkın yüzler delikanlıya baktı.. Kahveye tuz!...

Delikanlı kıpkırmızı oldu utançtan, ama tuzu kahvesine döktü ve içmeye başladı. Kız, merakla "Garip bir ağız tadınız var" dedi.. Delikanlı anlattı: "Çocukken deniz kenarında yaşardık. Hep deniz kenarında ve denizde oynardım. Denizin tuzlu suyunun tadı ağzımdan hiç eksilmedi. Bu tatla büyüdüm ben.. Bu tadı çok sevdim. Kahveme tuz koymam bundan. Ne zaman o tuzlu tadı dilimde hissetsem, çocukluğumu, deniz kenarındaki evimizi ve mutlu ailemi hatırlıyorum. Annemle babam hala o deniz kenarında oturuyorlar.. Onları ve evimi öyle özlüyorum ki..."

Bunları söylerken gözleri nemlenmişti delikanlının.. Kız dinlediklerinden çok duygulanmıştı. İçini bu kadar samimi döken, evini, ailesini bu kadar özleyen bir adam, evi, aileyi seven biri olmalıydı. Evini düşünen, evini arayan, evini sakınan biri.. Ev duyusu olan biri..

Kız da konuşmaya başladı.. Onun da evi uzaklardaydı.. Çocukluğu gibi.. O da ailesini anlattı. Çok şirin bir sohbet olmuştu.. Tatlı ve sıcak..

Ve de bu sohbet öykümüzün harikulade güzel başlangıcı olmuştu tabii. Buluşmaya devam ettiler ve her güzel öyküde olduğu gibi, prenses, prensle evlendi. Ve de sonuna kadar çok mutlu yaşadılar. Prenses ne zaman kahve yapsa prensine içine bir kaşık tuz koydu, hayat boyu. Onun böyle sevdiğini biliyordu çünkü.

40 yıl sonra, adam dünyaya veda etti. "Ölümümden sonra aç" diye bir mektup bırakmıştı sevgili karısına... Şöyle diyordu, satırlarında :

"Sevgilim, bir tanem.. Lütfen beni affet. Bütün hayatımızı bir yalan üzerine kurduğum için beni affet. Sana hayatımda bir tek kere yalan söyledim.. Tuzlu kahvede.. İlk buluştuğumuz günü hatırlıyor musun?.Öyle heyecanlı ve gergindim ki, şeker diyecekken 'Tuz' çıktı ağzımdan.. Sen ve herkes bana bakarken, değiştirmeye o kadar utandım ki, yalanla devam ettim. Bu yalanın bizim ilişkimizin temeli olacağı hiç aklıma gelmemişti. Sana gerçeği anlatmayı defalarca düşündüm. Ama her defasında korkudan vazgeçtim. Şimdi ölüyorum ve artık korkmam için hiçbir sebep yok.. İşte gerçek.. Ben tuzlu kahve sevmem. O garip ve rezil bir tat.. Ama seni tanıdığım andan itibaren bu rezil kahveyi içtim. Hem de zerre pişmanlık duymadan. Seninle olmak hayatımın en büyük mutluluğu idi ve ben bu mutluluğu tuzlu kahveye borçluydum.

Dünyaya bir daha gelsem, herşeyi yeniden yaşamak, seni yeniden tanımak ve bütün hayatımı yeniden seninle geçirmek isterim, ikinci bir hayat boyu daha tuzlu kahve içmek zorunda kalsam da..."

Yaşlı kadının gözyaşları mektubu sırılsıklam ıslattı.

Lafı açıldığında birgün biri, kadına "Tuzlu kahve nasıl bir şey" diye soracak oldu...

Gözleri nemlendi kadının ve şöyle dedi...

"Çok tatlı... hem de çok !"

 

 
  Bugün 6 ziyaretçikişi burdaydı! >http://videoklipler14.tr.gg  
 
http://filmseyret14.tr.gg---http://ilahiler14.tr.gg---TUNCAY14---
radyo dinle-TUNCAY14   ip adresim            TUNCAY14
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol